Sanat’ta Ahmakça Bir Slogan: ‘’Tutku’’
- Fatih Buğra Akbaş
- 5 Şub 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Oca

Sanayi devriminden sonra gelenekselin tüm argümanlarının metalaşmasıyla, pazarlama profesörü Schmitt, 1999 yılında geleneksele karşı duygusal pazarlamayı adlandırdı. Yeni reklam illüzyonuyla markalar duygu satmayı hedeflerken, rasyonel fikirlerin olmadığı her yerde duygusal pazarlama bir kelimeyle oluştu: ‘’Tutku’’.
16 yaşlarımdayken lisede, genellikle futbol takımlarında oynayanlardan oluşan okul takımı kuruldu. Hocamız, aynı zamanda beden eğitimi öğretmenimiz. Takım fena da görünmüyor. Ortalama bir liderlikle bir şeyler yapabilecek seviyede. Bireysel becerilerle kayıpsız geçilen birkaç maçın ardından çeyrek finalde artık iş daha da ciddi idi, yeniliyorduk. Gereken şey kolektif bir beraberlik, rasyonel bir taktik disiplindi. Artık bir değişiklik gerektiğini hocamız da anlamıştı, kenardan bağırdı: ‘’Yüreğinizle oynayın, tutkuyla!’’ Hocamız kuşkusuz iyi niyetliydi, sadece genel geçer futbol söylemleri dışında rasyonel söyleyecek bir birikimi yoktu. ‘’Tutku’’ bize birkaç kırmızı kartla geri döndü ve kaybettik. Çok daha tutkulu olan arkadaşlarım darp ettikleri hakemle davalık oldu. Başlangıçta bizi okulun en yakışıklı çocukları yapan ‘’yürek’’, yolun sonunda en kriminal adamlarına dönüştürdü.
Güzel sanatlar fakültelerinin tüm bölümleri yetenek sınavıyla öğrenci alır. Kimse puanı orayı tuttu diye, çok para kazanma umuduyla değil, bir eğilim, edim ve tutkuyla ordadır. Buna rağmen güzel sanatlar, sinema, spor gibi sadece tutkulu olunduğu için gidilen bölümlerin hiçbiri uygulanabilir rasyonel bir argüman üretemediğinden şaşmaz slogan olarak tutkuyu yüceltir. Yıllara yayılacak felsefi bir deneyim gerektirecek bu bölümlerde öğrenilmesi gereken ilk nitelik profesyonellik öğretilmezken, daha az tutku daha çok garanti iş motivasyonuyla gidilen tıp, mühendislik gibi bölümlerde de tutku şartı aranmaz. Sanat insanı, öğrenme deneyiminde profesyonel, sektörel ediniminde tutkulu olmak durumundadır. ‘’Tutku’’ amatörler ya da gönüllüler için değil profesyoneller için gerekliliktir. Amatör hali hazırda bu işten para ya da başka kazanç elde etmediği için tutkuyu motivasyon edinir. Daha doğrusu onu orada tutan tek şey tutkudur. Profesyonel motivasyon rehavettir ve tutkuyu yitirir.
Yozlaşan duygular günümüzde bazen işe girmek, işe almak, ürünü satmak için bir araçken bazen de kişisel pazarlama için bir metaya dönüşür. Genellikle rasyonel bir altyapısı olmayan, bir getirisi olmayan edimler tutkuyla anlamlandırılmaya çalışılır. İşin profesyonelliğine talip olduktan sonra, ne Bill Gates artık bir teknoloji tutkunu, ne Schumacher hız tutkunu, ne Goethe kitap tutkunu, ne Valentino Rossi bir motosiklet tutkunu, ne Brezilyalı Ronaldo spor tutkunu, ne Almodovar film-dizi tutkunu, ne bir biyolog doğa tutkunu, ne bir kaptan mavinin, ne de bir siyasetçi ülkesinin tutkunu değildir artık. Edim, hakikatli ise pazarlama duygusundan uzaktadır. Tutku bir ateşleyici nedenselliktir, yönelim oluşturur, belki fark da yaratır ama tek başına tutunulmayacak kadar zayıftır. Profesyonel icra için rasyonel bir tutumla tutkuyu geride bırakmak gerekir. ‘’Hobi’’ profesyonelliğe hakarettir. Her ne zaman bir yerlerde o işin ‘’icon’’ luğuna, Baudrillard’ın deyimiyle ‘’gaget’’ olma durumuna öykünen pek de bir işe yaramayan kim varsa tiyatronun, sinemanın, kitapların, sporun tutkunudur, sanatın aşığıdır.
“Servet, itibar ve duygusal hazza anlamı dışında yaklaşıp amaç olarak peşinde koşulduğunda herhangi bir iyiyi düşünmekten düşer zihin”
Hiçbir ‘’Tutkun’’ Ahmet Uluçay’ın yönetmenliğine, hastasının aort damarını kesen bir cerrahın sorumluluğuna, ustadan dayak yiyen mühendisin kabullenişine, ek iş yapan öğretmenin mahcupluğuna tutulmaz. ‘’Tutku’’ ilkel bir kapitalist pazarlama aracı olarak ancak ikona dönüştüğünde, totaliter olduğunda tutunulacak bir şeydir. Her duygusal slogan gibi katma değer kısırlarının üretici varsaydıklarına karşı icat ettiği tatmin aracıdır ve bu ‘’kültür endüstri’’nin postmodern benzeşmeye maruz kalmış tutkuluların hepsi fabrikadan çıkmış gibi giyim kıyafetinden, kullandıkları kelimelere kadar birbirinin aynısıdır.
“Sevgi” duygusunun bir saatte, “Güç” duygusunun bir arabada ve “Beğenilme” duygusunun bir çantada metalaştığı pek çok kez görülebilmektedir. Tüketici güç ihtiyacını göstermek için araba ve beğenilme ihtiyacını göstermek için çantaya sahip olmak isteyebilmektedir. Bu noktada çeşitli mecralarda bu ürünlerle sık sık karşılaşan tüketici duygularının karşılığı olarak artık çanta, araba, saat gibi nesneleri görmeye başlamaktadır. Bunun sonucunda ise sevgi ve meta eşleşmekte, tüketici ile duygusal bir bağ oluşumu başlamaktadır.’’ ‘’Sanat tutkusu’’ fırsat eşitliğini uygulamış liberal batılı devletler için akla uygun bir anlam taşıyabilir. Afrika’da sanatın tutkusu olmaz, sanat ikonu da batılıya benzemez. Tüketime dayalı modern kapitalizm kültürü yoksulluk sınırında yaşayan insanlara birer endüstri çağı sonrası ‘’gaget’’ları olarak anlamsız ‘’simulakr’’ formunda parçanın ikonları görüntüsüyle, bireyin kendi olma halinden uzaklaştırarak dayatılır. Adorno’ya göre kapitalizmin oluşturduğu totaliter kültür insanı kendisinden, ‘’öz’’ünden dolayısıyla kendi kendisini yönetmesinden, ‘’özgür’’lüğünden, niteliklerinden, tahakküme karşı mukavemetinden, kültürel edimlerinden uzak tutarak meta fetişizmi, popüler kültür, pazarlama, standardizasyona, metanın işe yararlılığından çok piyasasına göre değerlendirilmesine terk etmiştir. Su temel bir ihtiyaçken çok ucuz, bir işe yarar niteliği olmayan, gösteriş metası elmas fahiş fiyata alıcı bulur. Sanatsal edimin değeri öznitelikten çok, yaratıcılıktan çok piyasanın kurallarına göre belirlenir.
“Çağımızın tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur… Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir. Dahası, hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımızın gözünde kutsal (yanılsama) olanın değeri artar.”
Böylelikle sloganlarla pazarlanan, kendi kurgusal hegemonyasına uygun kültürel pazar oluşturmak için oluşturulan, şişirilen, maddi olarak güçlendirilen sanatçı ikonları birer ideolojik klon olarak pazarlanır. Piyasanın değer biçtiği tüm bu standartlaştırma süreci yarattığı rol modellerle, metalaştırdığı nesnelerle estetik bir anlam ürettiği cılız illüzyonunda tek renkli, az sesli, farklı bir söyleme karşı saldırgan, gösterişli ama kurgulanan niteliksiz atmosferde üreteni de tüketeni de özne olma durumundan kopararak ‘’tutkulu’’ ve ‘’tutuklu’’ hale getirir.
Kaynaklar:
Pavese, Cesare. Yaşama Uğraşı
Koray İnan, Potansiyelin Performansa Dönüşüm Yolculuğu
Spinoza, Yaşamak Dediğimiz Şey
Halil Dağ, Popüler Kültür
T. Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi
Yaşar Nuri Öztürk, Ahlak ve Slogan
Comments